Yeni dijital fotoğraf makinası alan herkese israrla sorduğum soru bu: “RAW çekiyorsun değil mi?”. Soru boş bir bakışla karşılanıyorsa (ki genelde öyle oluyor) sorunun kendisini açıklamak gerekiyor.
Kameralardaki algılayıcılar (CMOS, CCD) genelde 12 bit derinliğe sahip (Yani 4096 ton ayırt edebiliyorlar). Bu ham bilgi kameranın içindeki işlemci tarafından Bayer filtresiyle renkli JPG’e çevrildiğinde ne yazık ki 8 bit derinliğine düşürülüyor ve sıkıştırılıyor (Yani kanal başına 256 değişik ton).
RAW ise algılayıcıdan gelen HAM verinin sıkıştırmasız olarak korunması anlamına geliyor. Böylece RAW dosyayı Photoshop veya benzer bir yazılımın RAW Converter seçeneğiyle açarken çok ince ayarlar yapabiliyorsunuz. Ayrıca buna bağlı olarak beyaz ayarını da sonradan istediğiniz gibi değiştirebiliyorsunuz. Kameranın çekim sırasındaki beyaz ayarı yanlış bile olsa bir şey fark etmiyor.
Tabi RAW çalışmak biraz zahmetli. Akıl almaz bir şekilde her kameranın RAW formatı ayrı. Ayrıca RAW dosyalar hem JPG’lere göre çok büyük yer tutuyor hem de acil işlerde veya anı amaçlı kullanımda başınıza bela olabilir ama yine de olabildiğince RAW’da kalmakta yarar var.